İlyas ve Mert

İlyas'ın gözleri, tespih taneleri gibi parlayan bir merakla Mert'in üzerinde gezindi. Mert, avuçlarında dönen kehribar tespihiyle, sanki dünyanın tüm gizemlerini çözmüş bir edayla oturuyordu. İlyas, Mert'in bu kendine güvenli tavrına içten içe hayranlık duyuyordu. Oysa Mert, İlyas'ın bu hayranlığını küçümseyen bir bakışla karşıladı. "Ne o İlyas," dedi alaycı bir sesle, "yine mi gözlerin kaydı? Tespih sallayan bir erkeğe bakmaktan kendini alamıyorsun." İlyas'ın yanakları kızardı. Mert'in sözleri, onun içindeki karmaşık duyguları açığa çıkarmıştı. Hem arzu duyuyor, hem de bu arzudan utanıyordu. Mert'e duyduğu çekim, onu hem heyecanlandırıyor, hem de korkutuyordu.

"Saçmalama Mert," diye kekeledi İlyas, "sadece tespihine bakıyordum." Mert, İlyas'ın bu kaçamak cevabına kahkahalarla güldü. "Tespih bahane, değil mi İlyas? Sen asıl benim gibi delikanlılara bakıyorsun." İlyas, Mert'in bu acımasız sözleri karşısında suskunlaştı. Mert, onun en zayıf noktasını bulmuş ve acımasızca üzerine gitmişti. İlyas, Mert'e duyduğu arzuyu inkâr etmeye çalışsa da, içinde kopan fırtınaları bastıramıyordu.

Mert, İlyas'ın çaresizliğini seyrederken, sanki bir avcı avını tuzağa düşürmüş gibi keyifleniyordu. İlyas'ın utangaç bakışları, Mert'in gururunu okşuyordu. "Bana bak İlyas," dedi Mert, sesi alaycılıktan sıyrılıp sertleşmişti, "senin gibi adamlar, benim gibi erkeklerin yanında ancak ezilir. Anladın mı?" İlyas, Mert'in bu aşağılayıcı sözleri karşısında başını eğdi. Mert'in sözleri, onun ruhunda derin yaralar açmıştı. İlyas, Mert'e duyduğu arzunun utancıyla, kendi içine kapandı.

Mert, İlyas'ı orada yapayalnız bırakarak uzaklaştı. İlyas, Mert'in ardından bakarken, içinde tarifsiz bir acı hissediyordu. Mert'e duyduğu arzu, ona hem zevk veriyor, hem de acı çektiriyordu. İlyas, bu karmaşık duygularla baş başa kalmıştı. Ancak, Mert'in uzaklaşmasıyla birlikte, İlyas'ın içindeki arzu daha da alevlendi. Mert'in sert sözleri, İlyas'ı korkutmak yerine, onu daha da cesaretlendirmişti. İlyas, Mert'e olan arzusunu artık inkâr etmeyecekti. İlyas, Mert'in gittiği yöne doğru adımlarını hızlandırdı. Onu bulmalı ve ona olan arzusunu itiraf etmeliydi. İlyas, Mert'i bir sokak arasında bulduğunda, kalbi hızla çarpmaya başladı. Mert, İlyas'ı karşısında görünce şaşırdı.

"Ne istiyorsun İlyas?" diye sordu sert bir sesle. İlyas, Mert'in gözlerinin içine bakarak, titrek bir sesle konuştu. "Sana... sana bir şey söylemem gerekiyor." Mert, İlyas'ın bu çekingen tavrına anlam veremedi. "Ne söyleyeceksen söyle de git artık." İlyas, derin bir nefes aldı ve cesaretini topladı. "Ben... ben senden hoşlanıyorum Mert." Mert, İlyas'ın bu itirafı karşısında şaşırdı. Ancak, İlyas'ın gözlerindeki arzuyu görünce, içinde farklı bir his uyandı. Mert, İlyas'a doğru bir adım attı ve onun dudaklarına yapıştı. İlyas, Mert'in bu ani hamlesi karşısında şaşkına döndü. Ancak, Mert'in dudaklarının sıcaklığını hissedince, kendini ona teslim etti. İkisi de birbirlerine olan arzularına yenik düşmüşlerdi.

O gecenin sonunda, İlyas ve Mert, birbirlerine olan arzularını doyasıya yaşadılar. Mert'in sert tavırlarının altında, İlyas'a karşı duyduğu gizli bir arzu yatıyordu. İlyas ise, Mert'in aşağılamalarına rağmen, ona olan arzusundan vazgeçmemişti. O gece, ikisi için de bir dönüm noktası oldu. İlyas ve Mert'in ilişkisi, zamanla derinleşti. Mert'in sert kabuğu, İlyas'ın sevgisiyle yavaş yavaş kırıldı. İkisi de, birbirlerinde daha önce hiç tatmadıkları bir aşkı buldular. Ancak, bu aşkın meyvesi olan çocukları Şehmuz dünyaya geldiğinde, Mert için işler karmaşıklaştı.

Mert, toplumun gözünde her zaman güçlü ve maço bir erkek olarak bilinirdi. Çocuklarının varlığı, bu imajı zedeleyecek bir durumdu. Mert, bir yandan çocuğuna duyduğu sevgiyle dolup taşarken, diğer yandan toplumun onu nasıl yargılayacağını düşünmekten kendini alamıyordu. Çocuğunun doğumundan sonra, Mert'in içindeki çatışma giderek büyüdü. Bir yandan baba olmanın getirdiği sorumluluklar, diğer yandan toplumun baskısı altında eziliyordu. Mert, bu karmaşık duygularla başa çıkmakta zorlanıyordu. İlyas, Mert'in bu içsel savaşını fark etti ve ona destek olmaya çalıştı. Ancak, Mert'in içindeki karanlık, İlyas'ın sevgisiyle bile aydınlatılamayacak kadar derindi.

Bir gece, Mert, İlyas ve çocuklarıyla birlikte uyurken, ani bir kararla kalktı. Sessizce evden çıktı ve kimsenin olmadığı bir yere gitti. Mert, orada, içindeki çaresizliğe ve umutsuzluğa daha fazla dayanamadı ve hayatına son verdi. Mert'in ölümü, İlyas ve Şehmuz için büyük bir kayıp oldu. İlyas, hem Mert'in yokluğuyla, hem de toplumun önyargılarıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Ancak, İlyas, Mert'in anısını yaşatmak ve oğluna iyi bir baba olmak için elinden geleni yaptı. Mert'in intiharı, İlyas ve çevresindekiler için bir dönüm noktası oldu. Toplumun önyargıları ve baskısı, insanların hayatlarını nasıl etkileyebileceğini bir kez daha gözler önüne serdi. İlyas, Mert'in ölümünden sonra, toplumdaki homofobiyle mücadele etmek ve insanları bilinçlendirmek için elinden geleni yaptı.

Mert'in ölümünün ardından İlyas, derin bir yasın içine gömüldü. Mert'in yokluğu, hayatında onarılmaz bir boşluk açmıştı. Ancak, İlyas, Şehmuz'a iyi bir baba olmak için güçlü olmak zorundaydı. Zamanla, İlyas'ın hayatına yeni birisi girdi. Ömer, Mert'in tam zıttı bir karaktere sahipti. Daha yumuşak başlı, daha anlayışlı ve daha kabulleniciydi. İlyas, Ömer'de, Mert'te bulamadığı huzuru ve güveni buldu. Ancak, İlyas'ın kalbinde Mert'in izleri hala tazeydi. Özellikle Mert'in tespihi, İlyas için büyük bir anlam taşıyordu. Mert'in tespihi, onunla geçirdiği güzel günlerin, tutkulu gecelerin ve acı dolu vedanın sembolüydü.

İlyas, Ömer'le birlikteyken bile, sık sık Mert'in tespihini eline alır ve onunla geçirdiği anıları yad ederdi. Tespih taneleri, İlyas'ın parmaklarının arasında dönerken, Mert'in sesi kulaklarında çınlardı. Ömer, İlyas'ın Mert'e olan bağlılığını farkındaydı ve bunu kabullenmişti. İlyas'ı olduğu gibi seviyor ve onun acısını paylaşıyordu. Ancak, İlyas'ın Mert'in anısıyla bu kadar iç içe olması, Ömer'i bazen rahatsız ediyordu. Bir gece, İlyas, Mert'in tespihiyle oynarken, Ömer'e bir itirafta bulundu. "Ömer," dedi İlyas, "Mert'i çok özlüyorum. Onun yokluğu beni çok acıtıyor." Ömer, İlyas'ın elindeki tespihe baktı ve ona sarıldı. "Biliyorum İlyas," dedi Ömer, "ama artık onun yokluğuna alışmalısın. O artık yok ve sen benimlesin." İlyas, Ömer'in sözleri karşısında sessiz kaldı. Ömer'in sevgisi, İlyas'ın yaralarını sarmaya yetmiyordu. İlyas, hem Ömer'i seviyor, hem de Mert'i özlüyordu. Bu karmaşık duygular, İlyas'ın içini kemiriyordu.

Zamanla, İlyas, Ömer'le olan ilişkisinde yeni bir denge bulmaya çalıştı. Mert'in anısını kalbinde yaşatırken, Ömer'le yeni bir hayat kurmaya çalıştı. Ancak, Mert'in tespihi, İlyas'ın hayatında hep özel bir yere sahip oldu. Tespih taneleri, İlyas'ın parmaklarının arasında döndükçe, Mert'in anısı da hep canlı kaldı. İlyas ve Ömer'in ilişkisi, zamanla derinleşti. Ancak, bu ilişki, İlyas'ın geçmişiyle ve toplumun önyargılarıyla gölgelenmişti. İlyas'ın oğlu Şehmuz büyüdükçe, babasının eşcinsel olduğunu ve üvey babası Ömer'le birlikte yaşadığını anlamaya başladı. Bu durum, Şehmuz'un içinde büyük bir öfke ve hayal kırıklığı yarattı.

Şehmuz, öz babası kabadayı Mert'in aksine üvey babası Ömer'le olan babasının ilişkisini kabullenemiyordu. "Benim annem nasıl bir erkek olabilir?" diye sorguluyordu. Toplumun ona yönelttiği sorular ve bakışlar, Şehmuz'u daha da öfkelendiriyordu. Mert'in kabadayı özelliklerinden biraz çekmişti ama kendisi gey değildi. Şehmuz'un öfkesi zamanla nefrete dönüştü. Babasını ve Ömer'i, ailesini "rezil etmekle" suçluyordu. Şehmuz, babasının ve Ömer'in ilişkisini "sapıklık" olarak görüyordu ve bu durumdan iğreniyordu. Bir gece, İlyas ve Ömer sevişirken, Şehmuz, babası Mert'in tespihini eline aldı. Onların "sapık" ilişkisini sona erdirmek ve ailesini "temizlemek" istiyordu. Öfkeyle İlyas ve Ömer'i tespihle boğarak öldürdü. Ardından, kardeşlerini zehirleyerek öldürdü. Yaptığı korkunç eylemin farkına varan Şehmuz, suçluluk duygusuyla başa çıkamayacağını anladı ve kendini astı. Şehmuz'un bu korkunç eylemi, geride derin bir acı ve öfke bıraktı.

Şehmuz'un kendini astığı odada sessizlik hüküm sürüyordu. Cesetler soğumuş, cansız bedenler zemine yayılmıştı. Şehmuz'un affedilmek için geriye bıraktığı tek şey, Ömer ve İlyas'ın sevişirken yere bıraktığı döllerdi. Bu döller, Şehmuz'un öfkesinin ve pişmanlığının somut bir kanıtı gibiydi. Odanın havası ağırdı, ölüm kokusu her yere sinmişti. Şehmuz'un gözleri, tavandaki boşluğa asılı duruyordu. Yüzünde ne bir pişmanlık, ne de bir öfke ifadesi vardı. Sadece boşluk, anlamsız bir boşluk. Döller, odanın ortasında, iki cesedin arasında parıldıyordu. Sanki birer lanet gibi, Şehmuz'un laneti. Bu döller, bir zamanlar aşkın ve tutkunun sembolüydü. Şimdi ise nefretin ve ölümün. Şehmuz'un affedilme isteği, bu döllerin içinde saklıydı. Belki de bu döller, Şehmuz'un günahlarının kefareti olacaktı. Belki de bu döller, Şehmuz'un ruhunu sonsuz bir azaptan kurtaracaktı. Ama belki de bu döller, sadece birer leke olarak kalacaktı. Şehmuz'un lanetli izi, bu dünyada sonsuza kadar kalacak bir leke.